Ana içeriğe atla

Düş

Ne kadar zor anlatması, anlaması.

Filmlerde rastlıyorum ikimize, şarkılarda, şiirlerde,sokakların boşluklarında, evine giren insanlarda.
Güzel şeyleri görüp, güzel şeylere inanmak için zorluyorum bazen kendimi.
Sebebi olmayan hiçbir şey gerçek olmaz,
hiç kimse hiç kimseye tesadüfen rastlamaz, kimse kimseyi sevmez.

Niye hiçbir şey sadece olduğu kadar kalmıyor, niye hep daha derine, daha derinine, daha daha  derinine iniyorum.
Boşta bulunup anımsadığımda söylediklerini, o kadar dalga, onca fırtına.
Hiç durmadan, hiç nefes almadan, hep anlatmak istiyorum, hep anlatmak, hep anlatmak.
Hep susmak, hep susmak, hep kaçmak.
Sana koşmak, senden kaçmak, sana çarpmak.

Saatler geçiyor, sakin.
Ve herkes gibi gülüyorum, herkes gibi sabahlarım oluyor, herkes gibi öğle vakitlerim, akşam üzerilerim, akşamlarım. Geceler.
Herkes bangır bangır hayatını yaşa diyor birbirine.
An'ın tadını çıkar, sadece güzeli gör, iyiyi gör.

Beni değiştirdin.
Yok hayır, kötüye değil, kötü değil ama değiştirdin.
Temellerimi sarstın, duvarlarım eğildi.
Çatı aralarında ıslanmamak telaşı içinde değil de, yağmur tanelerini yakalamak hevesindeyim.
Sonra bazen öyle yorgun.
Sorguluyorum kendimi, suçluyorum, sonra yine kendime hak veriyorum.
Her şey sadece aklımın içinde, aynen senin dediğin gibi.
Hayal ürünü, düş !

Böyle mis gibi kokan bir kitabın içinden firlamış gibi.
Up uzun bi şiirin yazılmamış bir kaç satırı.
Yokluğundan kimsenin haberdar olmadığı hiçbir şekilde hiçbir zaman o şiire ait olmamış birkaç satır sadece.
Bu bir delilik, çocukluk, aptallık bu.

Isim verilmeyen her şey sonsuzluğa kadar ismini ararmış, hep var kalırmış, hiç bitmezmiş.
Ufalanır, dağılır, kırılır, yerle bir olur ama yine de yeryüzünde kalırmış.
Ilk rastladığımda sana, o hep devamlı hiç bıkmadan, usanmadan, yorulmadan, mavilerden, kuşlardan, gökten, sudan, denizden, balıktan, martılardan bahseden ben.
Hani, zannediyordum kolay olacak.
Kolay değil.

Içim,
 birikiyor birikiyor birikiyor.
Akmıyor, azalmıyor, uçmuyor, hiçbir işe yaramıyor.
Önceleri satır satır anlatmaya calıştım, paylaşmaya çalıştım.
Bir nebze benden al istedim ya da benimle birlikte tut.
Hani klişe olucak belki biraz ama, biraz birazını, çok azını sen üstlen istedim.

Sonra sonra böyle anlatmaya başladım hayaline, sokak boşluklarında, gece karanlıklarında, otobüs yolculuklarında.
Hayır, kalemi elime alıp her hangi bir sayfaya karalamayı bile hiç aklımdan geçirmedim.
Işte böyle şimdi ki gibi, anlatmaya çalıştım, dokunabilmeye sana.

Hani bir çok insan diyor ya..
Herkes gibi benim de bir hayatım var, merak etme, endişelenme, uçunma, heveslenme, sıradan, basitim.
Her insan gibi benim de bir hayatım var diyorlar.
O hayatlardan biri senin birisi benim.
Ikimizin hayatları, iki ayrı hayat, iki ayrı dünya, iki ayrı kıta.
Belki gökyüzü bile aldatıyordur hepimizi, tek değildir, kim bilir
Hırkamın içine saklanıp böyle serinlere çıkıyorum, akşam serinliğine, gece serinliğine, ön bahçeler, teraslar, balkonlar.
Soğuk mevsimler, çiçekli mevsimler.

Yatağını çatıya kuran kadınlar böyle olurmuş.
Çatıları seven kadınların içinde kuşluk varmış, hep bir özgürlük hevesi, hep bir uzak, kocaman bir dünyası varmış kendine ait.
Birazını duymuştum galiba bunların, birazını hissettim, ben uydurdum.

Hiçbir şeyden zerre kadar haberim olmuyor, fikrim yok.
En basit şeyleri bile bilmiyorum, özellikle senin hakkında en basit şeyleri ama önemsediğim şeyleri.
Sen de öyle.
Ne sevincimi, ne hüznümü, ne keyiflerimi, ne kafa dağıtma yürüyüşlerimi.

Hayat.

Istemiyorum böyle olmak, hala hergün yeniden, her defasında.
Yeniden yeniden, tekrar tekrar, hep başa çekmek istiyorum sona ermesin diye.
Ilkler, ilk günler, ilk geceler, ilk konuşmalar, ilk sohbetler.
Sevişmelerimiz.

Gercek şu ki,
kahkaha attıkça değil, yutkuna yutkuna ebedileştiriyor içinde insan bir diğer insanı.
Insanlar,
insanların içinde insanlar zamana yenik düşebiliyor.
Zamandan nefret ediyorum.

Şimdi sen karşımda oturuyor olsan, gülümseyeceksin yine.
Anlatacaksın, anlatacaksın, anlatacaksın ve ben ağzını izleyeceğim.
Dudaklarının nasil form aldığını, burnunu, nasıl sakalının ucuyla oynadığını.
Kirpiklerinin bir sahne perdesi gibi, her saniye,
her saniye başka bir güzel filme, başka bir güzel oyuna, başka bir güzel hayata açıldığını ve benim izlediğimi.
Seni izleyeceğim.
Senin gözlerinde kendimi.

Üşüyorum şuan, çok üşyorum ama içeri girmek istemiyorum.
Bir şey söylemek istiyorum ama söyleyecek bir şey bulamıyorum.
Belki diyorum, benim bildiklerimi sende biliyorsundur zaten yada hissettiklerimi hissediyorsundur.
Belki.
Belkiler.

O sesinin bile kaç türü var biliyor musun, o nefesinin.
Benimle konuşurken yüzünün kaç şekli aldığını, şımardığında ki halini, hüzünlendiğinde yada beni güldürmeye çalışırken.
Anlatırken, anlatırken, anlatırken ve ben gülümserken karşında.

Öyle, bir çarpıyorsun bana !
Aklımı ele geçiriyorsun, ruhumu, bedenimi, nefesimi.
Nefes alamıyorum, yutkunamıyorum, sanki göğsüm ikiye ayrılacak gibi, kendi kendime darım gibi.
Hiçbir şey yetmeyecek, hiçbir şey yoluna girmeyecek ama
yine de değişmesin diye umut ederken yakalıyorum kendimi.
Sonra sonra,
biraz şarkı, biraz suskunluk, biraz senden bana geçen, bana gelen, bende olan şeyler.

Çok gereksiz geliyor bunlar artık bana, hiçbir şey ifade etmiyormuş gibi geliyor, sıradanlaştı gibi geliyor.
Belki de benim suçumdur, hala hayata naz yapıyorum zannediyorsun, hala biraz değiştirmeye çalışıyorsun beni.
Oysa ben tam da böyle bir bütünüm.

Imkansıza olan inanç bu bizde ki.

Bir defa ardına kadar açmıştım kapılarımı sana, senin için zor dakikalardı belki ama
ben arındım gibi hissettim o an kendimi,
ya da biraz olsun kendimi anlatabildim gibi hissettim.
Insan kendini anlatamıyor.
Tarif edemiyor bazı seyleri.
Hatta kendisine bile itiraf edemiyor, biliyor, bildiği halde kendinden bile gizliyor saklıyor.
Iyisini kötüsünü, güzelini çirkinini.

Şimdi birisine anlatsam bunları.
Ya bana
"siktir git kızım,baska derdin mi yok" diyecek,
yada
" Boşver, hayatını yaşa tadını çıkar" diyecek.

Herkes farklı seviyor işte,
öyle bir şey.
Insan bazı şeyleri anlatamıyor, anlatmak yasak, anlatmak haram.

Bir çok şeyi tek başıma yaşıyorum
Yaşıyorum
Yaşıyorum
Yaşıyorum.

Yaşatıyorum!

15mart18 / sukalemi

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir mart 2019

Belki ...satırlarımdan vazgeçmeliyim artık çünkü alıştım çiçeklerimle konuşmaya. Birsürü mevsim geçmiş gibi hissediyorum kendimi, birsürü yol aşmışım gibi. Halbuki kaç sabah kaç gece geçti saymıyor ki... .  Iyiyim gibiyim, belki de hala kuşları kandırıyorumdur pencereme konan, bilemiyorum. .  Bu his ne bir zafer ne de bir yenilgi gibi, bu his başı yada sonu olan hiçbir şeye benzemiyor.. .  Sesimin yankılanışı aramıyorum artık aklıma gökyüzü düşünce, bulutların özgürlüğüne yaslıyorum fikrimi.Kalbim hiç olmadığı kadar sakin ve derin. Kalbim hiç bilmediği kadar muhafazakâr ve temiz. Kalbim yerinde hala.... . Anlatmak istediklerimden vazgeçmedim, anlattıklarıma hergün sabah akşam su veriyorum, her gün tozunu alıyorum raflarının. Bazen mor menekşeler bazen de sarı güller koyuyorum yanlarına.... . Yüzyıllarca dinlemeyeceğim şarkılarım var artık benim, halbuki hala o kadar tazeler ki dans edebiliyorum bazen melodilerinde.. . Içler karartıcı anılarım var, tüm ışıkları...

Seni cennet bilmeli

İçime atıp duruyordum bilemezsin ki Sabahları o suskunluğunu,aklına gelmiyorum diyordum. Gündüzleri sakinliğini, acaba acaba acaba mı diyordum. Geceleri kayboluyor diyordum, tutunuşlarım mı olacaktı sebebi. Sebebin neydi bilemiyordum. Ama bak buradayım ve buradasın benimle. Biz'e rağmen hayat devam ediyor her yerde farkındayım, bazen dengeleri sabit tutmakta bende zorlanıyorum ama sana da çok ihtiyaç duyuyorum. Uçurumlarınla, vadilerinle. Kayalarınla, kıyılarınla, sana. Her mevsim değişiminde, bir daha ki mevsimi seninle yaşamak için dua ediyorum biliyor musun. Her mevsim, bir mevsim daha diye. Seninle dört mevsim ard arda, yani tüm mevsimlerin güzelliğini yaşamak. Solmak, kurumak, yeşermek, açmak. Seninle, sende, senden olmak. Kalbinden uzanıp doğaya karışmak gibi. Bu sabah evin önünde ki taş merdivene oturdum, yüzüme dokunan güneşi ellerin saydım. Nasıl özlemişim. Günaydın dedim, günaydın, günaydın, günaydın. Yağmurları kokun saydığım gibi, kar tanelerin...

Kayıp bir Şubat gecesinin hikâyesi.

Pencerenin başındayım. Ay, yıldızlar çam ağaçları. Tüm gün düşünüyorum, tüm gece düşünüyorum, şiirlerde, şarkılarda, sessizliklerde düşünüyorum. Sonra gün geçiyor, saatler, hayatı durduruyormuşum, yada durdurmak istiyormuşum gibi, şu pencerenin başına oturuyorum. Hayret sigara yok elimde, sigara içmiyorum. Ay yıldızlar çam ağaçları. Yeterince yüksek değil bu ev, hangi köşesinden bakarsam bakayım, hangi penceresinin başıma geçersem geçeyim, sadece ay yıldızlar ve çam ağaçları. Seni göremiyorum. Ne denizi, ne kuşları, ne güneşi, nede İstanbul'u. Ne kadar kabullenmek istemesemde canının yandığının farkındayım. Mutlu olduğun an...