Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ocak, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Beni

Kan, ay, zaman. Acırken ve yaşarken, ve yaşarken. Yaşlanmazken su niyetine geceden sızıp giden. Beni yutkun. Beni kazı. Beni ? Bir düş bin buluttan düşerken gök kızıllığına ada ruhunu. Aşıkların günahlarında kıvranan göğe aldan, kuş yaralı, rüzgâr suskun, Uğuldayan beni. Uğuldayan ve senden uzak. Kan, ay, zaman. Hadi yutkun, yutkun beni. Mümkünse!

3/12/2017

Uyuyor, nefesini dinliyorum. Elimi uzatsam yüzüne dokunacağım, ama ses etmiyorum. Parmak uçlarımla yürüyorum odanın içinde sırf o uyanmasın diye. Başımdaki ağrı uyutmuyor yine beni, aşk değil, yalnızlık değil, günlerdir geçmek bilmeyen bu ağrı parçalıyor ruhumu. Insan sevdiklerine koşamıyor ki, uyuyorlar, meşkul oluyorlar, bazen farkında bile olamayabiliyorlar ne kadar ihtiyacımız olduğunu onlara. Vakit sabah, saatlerce yatağımda kıvrandım yine ve saatlerce dört duvar arasında uyumak için yalvardım zihnime, ki duymadı beni hiçbir güç. Çocuklar kadar güzel ağlayamadım belki ama yüzümde hala tuz izlerinden bir gerginlik, bu bir yenilgi. Nefes almak, göz kırpmak ve yutkunmak dahi bu kadar sancılı olabiliyor. Bu beşinci gün. Bu beşinci gün ve isyan etmiyorum aslında, çok az, çok çok az sitem bu sadece. Insan ne yaşaması gerekiyorsa yaşıyor, genel hayatta veya ikili ilişkilerde de olduğu gibi kaçamıyor yaşıyor. Hayat böyle kurulu, gerçek bu ve tüm özgürlüğümüze rağmen mahkumuz b

Beni ne zaman öpse

Beni ne zaman öpse, karanlığı yenik düşer gecenin. Işık saçarım avuçlarımdan, beyaz bir ten kanatlanır. Şuan için yaşamaya doyamamamla birlikte, dününün kahrını sevdiğim, yarınına nöbet tuttuğum bu adam kendini aslında hiç tanımıyor. Ellerinde tenimin pulçukları ve sırtında tırnak izlerimle ne kadar da korunmasız. Yutkunsam yankılanacak ve sağırlaştıracak tüm yaşamı var oluşum. Sebebimdir ki, sahillerde ağladım acısına, çocuklar sevindirdim umuduma sadaka. Ellerinden geçmedim hiç, boynunda ucurumlar büyüttüğü zamanlarda kanatlar çaldım kelebeklerden. Uçmadım, uçamadım omuzlarından öte gök bilmezdim çünkü. Uçurumların çiçekleride vardı. Açtım, açtım, açtım. Beni ne zaman öpse panayırlar kurulur kentin meydanına, beyaz karanfiller damlar gökten, sefaflaştığım an olur, biriktiğim kapı önü, kalabalık aile mutluluğu. Şuan kokusuna doyamadığım, izimden ve isimden geçmiş, yokluğu bilip varlığı seçmiş, sevdiğim deli gibi sevdiğim bu adam kendini aslında hiç tanımıyor. Karanlığın iç

Severken

Sorular cevapsız kaldıkça tükenir insan, sesi boşluklara asılınca tükenir, elleri koşarken geri kalan her parçası düştükçe, ben deyip sustukça tükenir. Hiçbir şiirde şair yazmamış zaten deyip, kendini kaybede kaybede tükenir. Kaç asır yumdum gözlerimi sesine diye düşündükçe, dileye dileye kavuşup hasret kaldıkça varlığında varlığına, benimsin deyişinde artık aklından korkuyorsa tükenir. Bilmediğim yollardan geçiyorum tutmuyor elimi, ciğerim parçalanıyor bağırmaktan duymuyor sesimi. Bekliyorum, yüzünü yüzünde bekliyorum belirmiyor tek çizgisi. Kaç cenaze kalktı çocukluğumdan büyüdüm hep kollarında. Mevsimleri yarımdı, utandım manzaralarda. “Seviyorum ulan, seviyorum.!” diyemedim kesildi boğazımdan. “Adamın kadını severken öldürebildiğini öğrendim.” Adı haram, adresi bilmem kaç uçurumdan düşmek ard arda. Sopa yemişte ağlayamamışça, severken ve yine severken umutla. Güvenirken yemin gibi güvenirken tükenir insan. Bastırsam başımı dizine, sakalında çicekler eksem büyütsem, en ek

Cennet senindir

Sevgilim... Tümünden geriye bir ben kaldım. Mektupları yaktım, şiirleri yaktım, fikrimi yaktım. Kimse hesabını soramayacak artık sevgimin ve vazgeçemeyişimin. Aflar savurdum güvercinlere, küfürler yağdırdım şehrine ve hatta inandığın göğün bulutuna, suyuna, denizine. Bir nefes ebediyen tutulamazdı elbet, yaktım dudaklarımı, yaktım ciğerimi, yaktım bitip tükenemeyen her şeyi. Geriye bir ben kaldım, etim kemiğim kaldı, adım kaldı kanım kaldı. Bak! Bir yangından sağ çıkmışlığını sunuyorum sana, çığlıklarımdan kurdelalarla süslediğim. Bir yangından tüm kalmışlığımı adıyorum ölüme ve hayatına dualar gizliyorum hala tüm direncimle zamana. Insan affının günahıdır kendinde, kendinin en asıl cezasıdır gerçekte. Sevginin en büyük gebeliğinden doğma çocuklarla umutlar doğurdum, ışık olsunlar yolunda. Uçurumları yaktım, cehennemleri aldım kendimden saydım. Bilmem kaçıncı uzanışımdı dizlerimde unuttuğun başına, gördüm düştü bir anda evrenin güzelliği. Hangi şiirdi mırıldandığım bilm

Beyaz gece

2:25 Dalların üzerinde biriken karların eriyişinin yağmur sesini anımsatması kadar tarifsiz. Aydınlığı sokakların ve yerle göğün bir bütün görünümü gibi. Vakitle falan alakası yok biliyorum bu hissettiğim huzurun, bir başka şey bu, çok başka o. Uyuyan yüzünü düşlüyorum, göğsünü, avucumu yatırdığımda nefesinin içini nasıl tamamladığını hissediyorum. Hava yumuşacık ama hava beyaz ama çok soğuk. Baktığım hiçbir yer gördüğüm kadar olamaz, olamaz söz hiçbir dokunuşu kadar dudaklarımın sakalına. Uzanıp, kapladığım şu vakit ve sessizlik o. Ve yağmurlar yağıyor duyuyorum, beyaz toprağa kurak bir gökten yağmurlar düşüyor. Kimsenin bilmediği yanıyım ben onun, çukurlarında bereket saklayan toprağıyım. Konuşurken konuşurken ve yutkunurken sonra, kirpiklerinin ardında uçurumları kutsallaştırırken ruhu, ağzından boğazına, boğazından ciğerine, hayatı telaşla içine çekişiyim. Vakitle falan alakası yok biliyorum bu hissettiğim huzurun, çok başkayız biz. Insan anlatıyor anlatıyor da sözcükle

Bir ismi olmayacaktı , ki ben vermemiştim.

Karanlığını aydınlatıyordum, kimi zamansa kalbini. “Kimi zaman”  olmak, bir küfür gibi yapışıyordu ağzıma hep. Yanarken ve gülümserken. Işık olmak yanmaktı bilmiyor muydu, yanmak tükenmekti. Tüm aydınlığına kül yağacaktı bir gün, farkında değildi. Yüzünden ışık geçerken, ışık akarken ve yansırken ışık. Çok güzeldi, ılık ve habersizken öldüğümden.

1:25 duy beni

Gece ayazından sesleniyorum, sokaklardan, isimsiz kapı önlerinden, pencere pervazlarından, kırık dökük lamba ışıklarından, yaralı vakitlerden, Duy beni ! Adımlarımla tekrar tekrar okşadığım bir kentten, koynuna girip nefesimle temize çektiğim kuytulardan sesleniyorum. Kat kat üşüsemde gizlemediğim ellerimle, ses etmeden hiç, tüm göğe adanmışlığıyla yüzümün. Unutmadan bir an bile olsa yerini kalbimin sesleniyorum. Hayatın uzak bir kıyısında yürürken ve soluklanırken ihtiyar kediler gibi zaman zaman, uçamazken ama kanatlanırken sesleniyorum. Duy beni ! Soğuk ya buralar, çok soğuk ya ellerim. Ilık ılık içimden akan mavi nehir sensin, o yüzden kaybolup gitmemişliğim. Hep o yüzden bu koku, bu dallar, böyle çiçeklere benzeyişim. Sesleniyorum.. Toprağından göğüne kadar hayatın, tek hakikatim. Aç kollarını, evimi özledim.

Sabır'

Dimdik duruyorsam şu gecenin en koyusunda, dimdik ve gururlu. Köklü bir çiçek gibi gülümsüyorsam, ateşiyken gölgesinde serinleyen bir kuşun. Pencerene sahip, o koskoca şehre hasretsem, hep ve hala. Ve aşık, ve çok çok aşıksam. Endişelenme, sakın ! Sevgim , ki bu kadar sonsuz içimde, Varlığını şifa, yokluğunu ibadetim bildiğimdendir.

Var ol!

Söyleyemediğim sözlerden başlıyorum seni içimde yaratmaya. Dudakların gökten damlamış gibi, Teninden yükselen toprak kokusu ve gözlerin yosun. Öyle bir yosun ki, sarabilecek gibi tüm kayalarımı, kıyılarımı, içimi. Bildiğim ifadelerinin ezberinden süzüyorum ellerinin büyüklüğünü. Parmak uçlarında kurulu şehirleri, hikayeleri, çatısı akan evleri bir ben biliyorum sanki. Bilmek seni, dilde yatan karanfil gibi. Sen yürüyünce, yürüyünce ve şehir yorulunca.. Ağaçların bir başka güçlendiğini biliyorum beton ve kaldırımlar arasında. Suskunluğun boyu ürküyor kuşlar, sonra soluğunla sakinliyor süzülüyorlar üzerimde. Ben söylediğim kadarlara tutunup gülümsüyorum biliyor musun ?! Kibrit boyu saçım, çocuk izli yüzüm, diş izlerim, tırnak diplerim senin. Ve dilim, seni sarıp, tadıp, yutmadan öylece taşıdığım dilim. Varlığından ufalanmış, bedenleşmiş, eğrilmiş, öğrenmiş gibiyim. Çok güzelim. İmkansız yanımızdan başlıyorum seni içime yaymaya.. Avuç avuç, sindire sindire, en derine. Sen

Aşk'

Aşk’ bir avuç mevsim tozudur belki. Uçar gelir rüzgâr olur . Sen olur . Yoksa bu hırçınlık, bu dağınıklık ve böyle her hali güzellik olur muydu. Bu kadar iç içe ama sınırsız. Çiçekler, su senin . Beyazı, sarısı, moru senin. Senin saçımdan geçmişliği. Dudaklarıma bağı senin. Tecrübelerinin kölesi, hayallerine sürgün. Hiç görüp hissedip öğrenmedin mi sen. (?) Yer, gök senin. Işık, gölge senin. Mavinin en dibinden yeşilin uçuşu senin. Kaybolduğun yerlerden uzan, gülüşlerinden öperim. Ellerimi verir memleket olurum. Bi sarılırım, şiir olurum. Aklın gider . Kokunu bilirim, ziyan değil birikmişliğin. İsmine doğarım, yalan olamaz ölmüşlüğün. Sokak evli kedilerden, gök rengi kuş tüğlerinden, kapı zillerinden, kilim altlarından. Işıktan gölgeye, uzaklardan oralara, nefesinden başlar mevsimler. Mevsimler ve ben. Hadi bul. Hadi koş. Hadi sev sökerek içini bin bilinmez adresten. Kaybolduğun yerlerden uzan, gülüşlerinden öperim. Bileklerimi verir denizin olurum. Severim,

Şehir özlemi

Ne bileyim, galiba şöyle hani bir şehri özlemek gibi bir his bu, eli kolu yok, dizleri yok, gülüşü yok. Hiç bilmeden ve anlamadan hatta, ama deli gibi ruhumu kendine çeken bir güç. Kavuşmaktan çok özlemin hazı gibi, heves gibi, olur olmaz bir çaresizlik gibi karşı koymak istenilmeyen. Sehirler bahanedir belki deyip susuyorum. Kalabalık meydanları, gürültüleri, telaşı kim özler ki, ben niye özlüyorum. Aklımdan şu geçiyor sonra… Insan hangi vakit pencereden bakarsa baksın, hangi pencereden bakarsa baksın, ne kadar güzel bakarsa baksın, şehvetli özlemler ayaklanıyor yürekte. Pencereye koşuyorum, şehir, sokak, gök. ‘hiç mi akıl almazsın sen’ diyorum kendime, diyorum da … “Göğü görünce denize göreceğim geliyor” Ben şehir derim, olsun. Siz yine de mavileri hatırlayın.

Seni Seviyorum

Seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni ! Seviyorum. Dudaklarım çürürse bir gün diye, sesimi kaybedersem diye karanlıklarda, yazmayı, okumayı, nefes almayı unutursam diye, bir itiraftan öte bu,  Seni seviyorum. Hiç inanmazdım saçımın tırnağımın kemik ağrısına, eşyaların yas tutacağına, çirkinleştikçe güzelleşebileceğine hayatın ve dünyanın bir seni olduğuna. Hayalini kurarken, çocukken daha erik ağacı çiçeklerinin beyazında, yıldızlardan yollar çizerken, inancıma, acıma, aşk'a hacim açarken içimde, yalın ayak koştum hep sana ben. İki kelimede bir düşe düşe koştum, ezberlerimi kanata kanata koştum. Karşında dimdik gözlerimden doğururken maviyi, ağzıma elini bastırıp beni susturduğunda yine koştum. Kaç diş oturur kaburgalarımda bilmem, bilmem hangi tırnağımın kesiğinde kıvranır gecelerim. Yüzünden, sakalından, kokundan, evinden, en çok yatağımdan. Rakından, mezenden, şarabından, teninde ölüp terinde dirilerek koştum. Sesimi hiç duydun mu bilmem, kapı gıcırtılarında, sokak gü

Selâm

Sabahtan akşama upuzun uzayan, güzelleşmenin ötesini bilmeyen şu gök altında, mavi tenimin şeffaf çizgilerini kanat gölgeleri öperken, uzağı olduğu yerde, yakını olduğu gibi sevmekten ibarettir yaşamak. Hak, pay edilmişliğin tümlüğüdür hala, ve hak, senden ötürü hep benimdir. Toprağın elleri ben'im, denizlere selâm ederim.

Yol'

Biz insanlar kadar görmezden gelebilen bir varlık yoktur heralde bu dünyada. O bir yana da, bunu bile bile önlem almayan taraf da yine biziz, bu daha feci. Bugün uzun bir yolculuk yaptım, her şeyi, değerleri, sözleri, vaatleri, hayalleri ve daha bir çok şeyi tekrar tekrar döktüm gucağıma, göğsüme doldurdum, öptüm, kokladım, boynuma astım. Bir cevap ararmış gibi yağmurla savaşan silecekleri izlerken oturduğum koltuğun biraz daha büyüdüğünü hissettim.Direksiyon büyüdü, yollar, diğer araçlarlar tabelalar, ağaçlar hatta karanlık büyüdü. Insandım, etten kemikten bir varlık. Konuşabilen, yürüyebilen, koku alabilen, duyan ve anlayan, ki gözlerimi kapatsam uyusam diyordu içimde saklı bir yanım, uyusam ve hiç uyanmasam. O kadar da yorgundum, yorgunum. Bazen bir çözümü olmuyor bazı şeylerin, acıya acıya anlıyor insan, körlüklerin ihanet olduğunu, sağırlıkların aslında bir veda  ve hatta bildiği hiçbir gerceğin delili olmadığını anlıyor. Delil aramak bir çaresizlik değilmidir zaten. Uzun

01:11 mektubu

Gecelerden herhangi biri yine. Yok ile var olmak arasında bir yerdeyim. Iyiyim. Kötüyüm. Çirkinim. Güzelim. Şeffaflaşmak istiyorum. En çok herkesleşmek zor geliyor biliyor musun. Uzanıpta havada kalan sesimden de, içime bastırdığım sözlerimden de nefret ediyorum artık. Kendimden edemediğim içindir belki, bilmiyorum. Herkes bir sevmek telaşında, hep isim vermek derdinde bir şeylere. Herkes sahip olamadığının derdinde. Yazdığım ve anlatmaya çalıştığım hicbir şey okunduğunda aynı kalmıyor. Okunuyor mu, onu bile bilemiyorum bazen. Seviyorum diyen o kadar çok insan şuan yok ki, belki bu yüzden ... Hiç geçmiyor. Ölüm susturacaktır ancak beni, başka türlüsü mümkün olmayacak anladım ben. Ulaşabildiğin yerlere ve insanlara sıkı sıkı sarıl, kendini ve kalemini sev. Kolayca harcama ve kaybetme hiçbir şeyi. Güzel sev hep,  ki kırgınlıklar geçiyor, sevgiler anılıyor sonralarda hep. Ulaşsada  Ulaşmasada Selâm ederim yerine ve göğüne, hoş gör. Şairin de dediği gibi ... 'O

Güneş

Güneş yüzüme vuruyor tam şu an, yağmaya çalışan gögün parçalanmış hali ve esen rüzgarın ürpertisi bana ait değil. Neye bakarsa onunla doluyormuş insan, öyleymiş bir zamanlar. Renk yok, ki kirlenir. Söz yok, ki eksilir. Nefesin bile durduğu bir bedenden, alıp yüzümü sonsuzluğa adayarak, düz omurgamdan, soğuk ellerimden ve sesimden koparıp kendimi, izliyorum. Inancımdan bir kirpik eğilişi, kalbimden biraz kan, aklımdan, en çok alkımdan hür kılarak varlığımı, izin veriyorum ! Güneş yüzüm ve ruhum. İşte ruhum ! Olabildiğimce hükümsüz, ağzından akıp soluğunda uçuşurken, anıyorum seni, ki anıyorsam en yüce sensin evrenimde! Eğilme, eğilme kuşları ölmesin yeryüzünün… Yankımdır.