Pencerenin başındayım.
Ay, yıldızlar çam ağaçları.
Tüm gün düşünüyorum, tüm gece düşünüyorum, şiirlerde, şarkılarda, sessizliklerde düşünüyorum.
Sonra gün geçiyor, saatler, hayatı durduruyormuşum, yada durdurmak istiyormuşum gibi, şu pencerenin başına oturuyorum.
Hayret sigara yok elimde, sigara içmiyorum.
Ay yıldızlar çam ağaçları.
Yeterince yüksek değil bu ev, hangi köşesinden bakarsam bakayım, hangi penceresinin başıma geçersem geçeyim, sadece ay yıldızlar ve çam ağaçları. Seni göremiyorum.
Ne denizi, ne kuşları, ne güneşi, nede İstanbul'u.
Ne kadar kabullenmek istemesemde canının yandığının farkındayım.
Mutlu olduğun anları yalanlamadan bunun farkındayım.
Canın yanıyor, canın acıyor.
En çok geceleri dokunuyor yokluğum, en çok geceleri seviyorum.
Kötü değilim, ağlamıyorum, mutsuzluk da değil bu huzursuzluk da değil, sadece sessizlik.
Sadece ay yıldızlar ve çam ağaçları.
Olduğum yerin bir ismi olsun istemiyorum, hele ki şuan, şu kentin bir ismi olmamalı, şu sokağın, bu evin, evimin duvarındaki numara olmamalı, telefonum olmamalı, ismim olmamalı, adresim olmamalı.
Hiçbir yere hiçbir şeye aitliğim olmamalı.
Şuan koltuğunda oturduğum oda misafir odası, koskocaman bir penceresi var, iplik perdesi.
Kendime kızıyorum her şey için, sana da kızıyorum ama kendime daha çok.
Anlatamadığım o kadar çok şey var ki, anlatmadığın halde bildiğim şeyler de var.
Sessizliğin içine mahkum ettiğim koca bir gündü bu, sonsuz bir akşamdı, tekrar tekrar üzerime düşen bir gece.
Sonra kendimi tutamadım baktım, koskoca bir acı, mezeler, sofralar, buz taneleri, beyaz.
Koskoca siyah bir gecenin içinde.
Benim yüzümden olmamalı.
Bir çok şey.
Belki kızgınsın bana, öfkelendiğini iyi biliyorum.
Seviyorsun da, inanıyorum buna.
Yoksa şuan bu pencerenin başında olmazdım.
Aya yıldızlara çam ağaçlarına hakaret eder gibi,
yokluğuna …
Neyse.
Koskoca ömürde bir gün, kaç gün geçti bugün gibi biliyor musun, kaç akşam, kaç gece, kaç şiir, kaç şarkı, kaç sessizlik.
Şu ip perdeyle kaç defa oynadım, kaç defa sustum.
Sonra kendime yenik düşüp kaç defa sana koştum.
Dakikalarca ne desem diye düşündüm, ne desem, ne desem, ne desemde iyi olsa.
Hani her şey iyiymiş gibi olsa, sevimli olsa, masum olsa, temiz olsa, imkansız olmasa.
Bu odaların içine karton karton eşyalarımı hayatımı geçmişimi taşırken rastladım sana.
Tüm o telaşelerin içinde koşup koşup geldim, sığındım, dizine oturdum, anlattım.
Bir çok şeyi sustum, bir çok şeyi dinledim.
Hani, yaşarken, vakit geçerken, ben nefes alırken, içimde kocaman bir …
Aptalca belki
ama
Sen sanki orada beni bekliyorsun ve ben burada küstahça hayatıma devam ediyorum gibi hissediyorum, hayat devam ediyorum, hayat durmuyor.
Her gün biraz daha yaşlanıyorum, her gün biraz daha yoruluyorum, her gün seni biraz daha çok özlüyorum.
Iplik perdeler saçlara benziyor biliyor musun, tutupta parmaklarının arasından geçirince insan, sanki saçlarına dokunuyormuş gibi, bana biraz huzur veriyor.
Aralandığında, pencereden dışarısı hiç değişmiyor, aynı çatılar, aynı ağaçlar, aynı gökyüzü, tek gökyüzü.
Çok eskilerden bir şarkı dinledim bugün, seni hatırlattı bana.
Insan bazı şeyleri seçemiyor biliyor musun, geç kalıyor, erken geliyor. Biz insanlar olmayacak her şeyi seviyoruz, zor olanı, imkânsız olanı.
Aklımda, unutmadım sözümü,
devamlı gülümsüyorum.
Yüzümü asarken de, üzülürken de, kendimi berbat hissederken de gülümsüyorum.
Ne olur mutlu ol.
Seni ne mutlu ediyorsa o ol.
Sen benden güzelsin.
Yoksa denize yakın olmazdın, denizim olmazdın.
Daha yüksek olmalıydı bu ev.
Evinin ışığını görsem yeterdi belki, sokağının çöpünü, yolunun kavşaklarını, ağaçlarının gölgelerini, mahallende büyüyen çocukları.
Seni çok seviyorum.
----------
demiş kadın pencerenin ardından,
dinlemiş ay,
susmuş yıldızlar,
tüm ağaçlar, ama tüm ağaçları yeryüzünün utanmış varlıklarından sessizce.
Sukalemi
Yorumlar
Yorum Gönder