Ana içeriğe atla

Hür

Nadiren de olsa, güzel şeyler oluyor. Doğru insanlar doğru cümleleri kuruyor, doğru sözcükleri söylüyor. Doğru vakitlerde doğru kayıplar veriyoruz. 
Henüz daha hiç bilmeden, doğru acılar çekiyoruz, ki o acılar bizi formlandıran, geliştiren, bizi kendimizle sınayan acılar. 
Düşüyoruz, tekrar kalkabilmek için. Seviyoruz, güveniyoruz, biz insanlar hep böyle şeyler yapıyoruz. 
Yaşıyoruz.
Ölümden çok, inandıklarımın bana ihanet etmesinden korkuyorum ben, bu bir gerçek.
Filmler izliyorum, şarkılar dinliyorum, şiirler okuyorum, yazıyorum. Bir bedenin içine binlerce kadın sığdırıyorum, bir kalbin içine binlerce, binlerce, binlerce hikâye. Ruhuma binlerce hayat, uçurumlar, kurtuluşlar, ölüm, doğuş, af, ihanet, umut. Karanlığın en dibinde bile ışığa dair umudumu yitirmiyorum, yitirmemeye çalışıyorum. 
Bütün savaşlarım bunun adına, bunun için galiba. Koyvermek benlik değil,ben değil, koyveremiyorum. 
Ağlıyorum, sızlıyorum, kendime dahi acıyorum, sonra toparlanıyorum. Toparlanabildiğim kadar toparlanabiliyorum.
Uzun sürüyor bazen, ağrılarla sızılarla, uzun çok uzun sürüyor. Bilmem kaç gece, bilmem kaç gün. Kaç defa ağlayarak, kaç defa gülerek, gülemeyerek, ağlamayarak, susarak.
Sonra bir fırtına gibi her şeyi bağırarak. Benden habersiz beni birileri savurmuş gibi, paramparça, kıymık kıymık dağıldığımda etrafa, yine doğrulabiliyorsam, inançlarımdandır, umudumdan.
Güvenmek istemiyorum, sonra yine güveniyorum.
Özlemek istemiyorum yine özlüyorum, affediyorum, tekrar tekrar aynı hataları yapıyorum, tekrar tekrar en ağır şekilde bedeller ödüyorum.
Sanki, bir gün ufacık bir çocuk gibiyim ama diğer bir günde ise sırtında asırlar taşıyan bir kadın. Ölmemiş, ölememiş bir kadın, oysa aynı zamanda hiç büyümemiş büyüyememiş bir çocuk. 
Her insan zaaflarının kölesidir, zaaflarimin kölesiyim. Kendime sadık ama zaaflarımın kölesi. 
Insan işine gelmediği hiçbir şeyi anlamıyor, anlamamazlıktan geliyor ya, öyle bir şey. Öğrenmedim gibi yapıyorum kimi zaman, daha başlarken sonunu tahmin etmiyorum gibi, bittiği anda yine tekrar başlayacağımı bilmiyorum gibi ...
Hayat böyle, kimi zaman tek bir insan hicbir şey sayılmıyorken, kimi zaman da tek bir insan insanın hayatını raydan çıkarabiliyor. Ben bu cümleleri böyle kurarken, gözlerim göğe dayalı, sırtım beyaz duvarlara. 
Şu bahçe lambasını sönük bırakamadığım kadar yıldızları da arayışım bundan.
Gök şuan bana armağan sunuyor. Yağmur yağıyor, şimdi başladı, duyuyorum. Issız bir sokakta tek tuk yanan pencere ışıkları ve ben evimin kapi eşiğinde.
Dünyanın hangi çapı bu, hangi kıyısı bilemiyorum. Yeryüzüne düşen yağmurların bazıları sadece benim için, bu yağmur da öyle. Inançlarım temizlensin diye, aşka, insana ve hayata dair. Olan biten her şeyin bir masumluğu var, bir masum yanı var, biliyorum inanıyorum buna. 
Ne kadar herkes, kimse kimsenin kimsesi gibi davransa da, herkes herkesin hayatına bir şekilde dokunuveriyor. 
Hiç bilmiyoruz.
Tam şuan kimin aklındayım, kimin kalbindeyim, kim hatırlıyor beni.
 Hangi geçen günden, geçmiş tutulan, geçmiş sayılan, hangi insan adımı hatırlıyor hala. Oturduğum sofralar, birlikte söylenilmiş şarkılar, adına yazılmıs şiirlerden bihaber insanlar. Her insanın acısı kendisi kadar, yaşadıkları kadar kalemi, umdukları kadar sesi. Umudumu ne kadar yenik düşsemde  yitirmeyeceğim. Yirirmeyeceğim çünkü umudum beni ben eden, ben tutan, ben kılan.
Zaferlerim malubiyetlerimdir.
Çırılçıplak soyunup, bedenimde tek tek tüm yaralarımı bile göstersem dünyaya, hiç birisi hiç kimsenin görebileceği yerde değil. 
Ve mutluluklarım, onlar fotoğraflarda, eşyalarda, kokularda, tıkırtılarda, bir kuşun gökten uçup gitmesinde, bir çiçeğin açmasında, rastgele radyoda bir şarkının çalmasında, unutamadıklarımda, unutmamak için direndiklerimde,  unutmamak için yazdıklarımda, hatırlamak istemediklerimde, içtiğim suda, dokunduğum toprakta.
İçime çekmeden hayatta kalamayacağım şu havada, nefesimde. Mutluluklar kimi zaman hüzünlerimde. 
Yaşaya yaşaya anladim ki, hiç kimse hiç kimseyi anlamıyor. Hiç kimse hiç kimseyi anlamadan yaşayıp gidiyor.
O en sevdiklerimiz, o en güvendiklerimiz, o inandıklarımız, kendimizi güvende hissettiğimiz insanlar. 
Ne kadarlar ?
Sonra doğayı izliyorum. 
Diyorum ki,

 "Ey gönül, bak ağaçlar anlaşılma derdinde değil, bulutlar anlaşılma derdinde değil, rüzgar tutulma derdinde değil.
Hayat su gibi akıp gidiyor, öylesine, sebepsiz, amaçsız.
Zamanın anlaşılmak umrunda değil.
Hür ol, hür ol !
Kimsenin gitmediği yerlere git,kimsenin bilmediği, bilemediği, hayal bile edemediği hisleri doğur. Içinden içine doğur, var et. Dokunamadıklarını tatmayı öğren, seslenemediklerine susmayı, ölmeyi öğren, ta ki veda,
vedalar elbet gelir."

Insanların yokluğu bir bıçak gibi, kesiyor insanın etini.
O insanlar, o hep yokluklarında can yakanlar. 
Ve o varlıklarında bile, yanıbaşımızda oldukları anlarda bile, aslında ne kadar hiç ve ne kadar az sahip olabildiğimizi anladığımız insanlar.
Özlem diye bir şeyi yaratıyorlar, sanki her gün, sanki yeniden  ve yeniden.

Sevmek var, aşk var, evet sevişmek var. Deli dolu sevişmek, küstahça sevişmek, tür tür,  hür hür.
Yaşayarak yaşıyorum ama biliyorum ki sahip değilim, ne bugüne, ne yarına ne de herhangi bir insana. 
Onlar yaşamanın çiçekleri, bugün, yarın, onlar gökyüzü, onlar deniz. Onlar asfalta düsen yağmur damlaları gibi.
Var ama yok.
Kendime kızdığım zamanlarda şu kalbi bu kadar büyütme diyorum, büyütme.
Bu kadar büyütme. Sığdıramayacaksın bir gün, patlayacak. Patlayacak ve hiç kimse neden olduğunu bile anlamayacak.
Elimde değil.

Işte gözlerim, işte dudaklarım, boynum, sesim, nefesim, ellerim, işte dizlerim, bileklerim, saçlarım ve kokum.
 Insan bazen anlaşılmak istiyor, en çok da kendi tarafından. Anlaşılmak ve daha iyi yapmak bir şeyleri, daha iyi olmak, daha çok inanmak. 
Avuçlarımı kalbimin üstüne basıyorum, kalbimin sesi bu, yaşıyorum, hayattayım. Şuan, tek, hiç ve sonsuz.

Işte ben,

"Inançlarım kadar köklü umutlarım kadar hür."




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sen ıslık çal ben dans edeyim.

 Biriktirip biriktirip arınmak bu benim yaptığım sanırım. Herkesin bataklığı da ışığı da kendi değil midir bu hayatta. Vakit geç hatta fazla karanlık. Kimseciklerin göğü yok bu saatte seyredilesi. Elim ayağım üşüsün razıyım.. Hadi ! Sen ıslık çal ben dans edeyim.

Seni cennet bilmeli

İçime atıp duruyordum bilemezsin ki Sabahları o suskunluğunu,aklına gelmiyorum diyordum. Gündüzleri sakinliğini, acaba acaba acaba mı diyordum. Geceleri kayboluyor diyordum, tutunuşlarım mı olacaktı sebebi. Sebebin neydi bilemiyordum. Ama bak buradayım ve buradasın benimle. Biz'e rağmen hayat devam ediyor her yerde farkındayım, bazen dengeleri sabit tutmakta bende zorlanıyorum ama sana da çok ihtiyaç duyuyorum. Uçurumlarınla, vadilerinle. Kayalarınla, kıyılarınla, sana. Her mevsim değişiminde, bir daha ki mevsimi seninle yaşamak için dua ediyorum biliyor musun. Her mevsim, bir mevsim daha diye. Seninle dört mevsim ard arda, yani tüm mevsimlerin güzelliğini yaşamak. Solmak, kurumak, yeşermek, açmak. Seninle, sende, senden olmak. Kalbinden uzanıp doğaya karışmak gibi. Bu sabah evin önünde ki taş merdivene oturdum, yüzüme dokunan güneşi ellerin saydım. Nasıl özlemişim. Günaydın dedim, günaydın, günaydın, günaydın. Yağmurları kokun saydığım gibi, kar tanelerin...

Mavi kıyılar

Hayatım bir yana da, ruhumu böyle güzelleştirmesi yok mu ah diyorum ah ! Ben böyle ağzımda gök, kalbimde deniz ile sabaha bile sığamam ki. Ziyan olmamalı telaşları insanların yaşamak uğruna, aceleye getirmemeliyim ellerini. Bir dokunsam sehrin topraklarından cennet doğacak, kıyametler yaklaşacak, kavuşurken biz mavi kıyılara yakın. İsminin bir başı ya da bir sonu yok. kokusundan sızıyor ışıklı vakitler. Tüm bildiğim doğrularım gibi yakışırken üzerime gözleri, e n çok ağzını seviyorum, en en çok ağzını. Nefesinin köklerinden öperim.