Not alıyor gönlüm, hayat şöyle dursun biraz.
Öylece oturup yağmurun sesine verirken fikrimi, ellerini uzatıyor ruhum, tırnak diplerinde yeşeren ormanlarla.
Ne güzel, ne kadar da güzelleşiyor sebeplerim.
Kuş seslerinin yükseklere taşıyor nefesim, öyle inanıyorum. Tam şuan her bir yana dokunuyor hayat içimden akıp giderken.
Yağmur, toprağa sarılırken ki sakinliğini yüzüme sıçrattığından hala habersiz.
Kim derdi ki avuçlarında fesleğenler büyür bir kadının, kim derdi ki saçlarında evlat kokusundan örgü örgü köprüler. Köprülerin altı deniz, köprülerin üzerinde martılar cığlık çığlığa şarkı söylerken her gün yorulmadan.
Bir yudum karanlık sürüyorum dudaklarıma, bir tutam ışık, sonra hatırladıklarımdan sarsılan dağlar, tepeler, firtınalar, depremler.
Doğa olaylarına yeni yeni anlamlar yüklemeye başladığında doğurganlaşıyordur belki de kalp.
Bir yandan özlemi göğsüne bastırırken insan, bir yandan da öfkesinden ağır bir taş gibi kalır.
Artık kalır, kıpırdayamaz hiçbir kimseye ve hiçbir yerine evreninin.
Yeni öğrendim ben tüm bunları demeden geçemiyorum kendime, ama hayır. Kaç asırdır dik durup mevsim değiştirdi bu gönlüm hesabı bile belli değil ki.
Eski, eskidim, eskimek güzeldir belki.
Müzik seslerini örtemiyor gök bu gece, dinliyorum hazla.
Insanların gözlerinden fışkıran, yankılanan, ciğerime ciğerime saplanan o müzik sesleri. "Soluklar "
Kim bilir kaç kirpik eğileyim derken kırıldı gitti bu akşamdan, kaç meyve darbesine yenilip çürüdü, kaç masa sustu. Kaç çatı, kaç merdiven, kaç pencere unutuldu gitti.
Umut edenler, yani ben, yani ben gibiler nerede?
Bilinmiyor, artık hiçbir şey bilinmiyor.
Eğriden doğrudan yoksun mevsimler bunlar.
Ayakta kalabilen sevmelere helâl olsun.
Böyle böyle bir güne daha veda ediyorum işte.
Sabahtan akşamlara kadar tekrar yürüyerek, uzanıp geceyi boynundan öperek.
Hatırlayarak, susarak, severek.
Bir, iki, üç, beş, yedi, on.
On bin beş yüz altmış üç kez suladım saksı çiceklerimi, kesin.
On bin beş yüz altmış üç kez gülümsedim mi ?
Belki.
Çiçeklere gülümserken, hatırlar.
Susarken çoğu kez, büyür insan.
Sevmelerden geçemedim ben.
Bileklerim kimsesizler yurdu.
Omuzlarımdan düşüp yerlere saçılan saç tanelerim, eskiden kalma misket tanelerini anımsatırken yanak çukurlarıma, omuzlarım şaşkın, şaşkın ve utangaç bir çocuk gibi dinliyor hala hayatı.
Kimse bilmiyor, kimin için yağıyor bu yağmurlar ?
Mayısın yirmi ikisi, yağmuru dinliyorum.
Ellerim ve köprülerimde şenlikler.
Suç işliyormuşçasına tedirgin mucize kesişmeleri fikrimin.
Hatırlıyorum.
Kimi arınır, kimi üşür, kimi insan ise sadece ıslanır.
Ben hatırlıyorum.
Yazılmış ve söylenmiş renkleri.
Tutulmuş ve koparılmış öpüşmeleri.
Bir insanın bir insana özlemle sarılışının kokusunu, sesini bakışmanın, rengini umudun ve kendimi.
Kemdim ki,
hep ve hiç arası usulca var oluşu bir kentin bir kent içinde.
Bir kıyısı denizin ve bir gök parçası gözünü göğe dayayanın.
Kavuşmalardan türküler, veda şiirleri.
Ana, baba, sevgili, çocukları tüm dünyanın.
Kendime kendim içinde.
Ağaçlar sakinleşsin diyorum, bir yudum kahve içeceğim.
Sussun biraz gök, üşüdüm de
hırkamı giyeceğim.
Hatırlarken ve gülümserken böyle hayatın ortasında, gülümseyeceğim biraz daha.
Severken, severken ve yine severken.
Nasıl yağıyor yağmur.
Kimse bilmiyor hala, kimin için yağıyor bu yağmurlar?
Böyle böyle bir güne daha veda ediyorum işte.
Yine.
Sabahtan akşamlara kadar tekrar tekrar yürüyerek, uzanıp geceyi yine boynundan öperek.
Hatırlayarak, susarak, hala severek.
Sarındım kendime ve adadım adımı sessizliğe
Ey gök, ey deniz, ey aşk !
Fesleğenlerini öp gönlümün.
22/5/18
22:41
Yorumlar
Yorum Gönder