Ana içeriğe atla

Yazdan kalma

Ve bir parça bugün ...

O saatlerdir süren bunaltıcı sıcaktan sonra gök gürlemeye başladı.
Radyoda eski şarkılar.
Hem kuşlar hem göğün gürültüsü.

Huzur diyoruz ya hani hep,
artık rastgeleye bırakamıyor insan huzurlu anları.
Biraz insansızlık, biraz sessizlik ve biraz da iki elle tutarak bırakmamak gerekiyor.
Belki belirli bir süre yaşamak gerekiyor şu hayatı. Durup seyretmeyi, sindirebilmeyi anlamak için. Belki de bilinçlice sevmek için hayatta olmayı.
Çocukluğumu dere kenarlarında, balkan eteklerinde, çamlıklarda,
tarla ortasında bir tütün kökünün gölgesinde geçirdim ben. Çamurdan pastalar, yağmur suyundan çay kahve yaparak, ip atlayarak veya misket biriktirerek.
Bir saklanırdık ki
hatırlıyorum saatler sürerdi bulunmamız.
Artık saklanmaya yerimiz kalmadı galiba, sığamıyoruz artık hiçbir kuytuya.
Ağaç gövdelerinin ardı kapatamıyor bedenimizi, örtünecek kadar gök yokmuş gibi kalıveriyoruz kendimizin ortasında.
Kitapların aralarında ayraçlarımız çoğalıyor yüzümüzde ifadeler azalırken.
Gülümsemek bir marifet artık, bir mucize
bir yüzün bir yüzde takılı kalabilmesi sebepsizce.
Bunlar ve daha bir çoğu hislerimin, akıp giderken yüreğimden, susmak ve söylememek kimselere ne kadar geçici olduğumuzu aslında bir bütünün içinde
ve ne kadar ufak.
Bildiklerimi tekrarla lütfen diyemeyecek kadar ufalandık,
koptuk birbirimizden dikiş tutmayan ilişkilerle tekrar tekrar.
Dinlemenin yanına bir sürü soru dizilmişliğiyiz belki de artık.
Bilemiyorum işte,
mantık mı his mi diye sormaktan korkuyorum ben. İkisinin ayrılıp tek seçilip yaşam tarzına dönüştürüldüğü bu dünyada nefes alıyorum.
Ne kadar ürkütücü bu.

Kuş sesleri, gök gürültüleri, öylece oturup gelişigüzel kabul edilen sessizlikler lûtuftur bize.
Anlamak ve kurcalamamak gerekiyor diyoruz da, ateş bile  kalakalınca sönüyor,
su bile akıp gidiyor,
zaman zaten ne sorgulanır ne durdurulabiliniyor.
Yani
ne kadarını anlayabilerek seviyoruz ki yaşamın.(?)
Yaşamak buysa,
eskilere yaslanıp gözkapaklarımın ardında kalabilenleri, hatta içimi öpmek ibadet değil de nedir.
Söyleyebilir misin.(?)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Boş kafes

Bir gün beklemeyeceksin, olan yine bana olacak. Benim güvercinlerim kaybedecek yolunu, benim cenazelerim kalkacak her saat başı yeni yıkanmış yüzlerle. Ben tutup bir dala asacağım sesimi, benim ellerim küf tutacak orada burada unutulmuş gibi. Bir gün beklemeyeceksin, vapurlara küseceğim kaçırdın diye, bulutlara dağıldı diye, bir yıldızdan bin kıvılcım ahı alacak olan da ben olacağım. Temiz zannedilen her yerin kiri gibi, özgürlüğün gizli bir mahkumu, gelmişe geçmişe vurgun bir ben. Bi gün beklemekler gidecek, sen gideceksin, ben bu kuytunun daha içine kemireceğim kendimi, daha karanlığa ve en çirkin halde alıştığım her yerimle çiğneyeceğim geceyi.  Bir gün sen beklemezken artık ve ben beklenmezken, her yerden kovulmuş gibi bakıp susacağım hayata. Yine. Ve evet söz etme bana güzelliklerinden, vakitten. Şehir isimlerini sokma aramıza, adını sen verme hiçbir sokağın, soluma öyle derin, göğü yere yaklaştırma. Bir gün beklemeyeceksin, o gün yolunu kaybedecek güvercinler. Ne acı, ne

Sarmaşık

 Pencereden sarmaşık gibi  sarkıp şimşeklerden yağmurlardan  belki bir parçası kopupda yüzüme düşer diye bekliyorum gökyüzünün ..  Kuşların geceleri güvende olduğunu bilmek gibi huzur verici bir düşüncenin içinde ..  ayaklarımın ucunda oturan kedimi daha çok seviyorum. Insanları ne renge buladığımın bir önemi yok..   sesleri yiyip yutan  ışıkları ürküten bu havada..  bahar ölmez dercesine sarkıyorum penceremden.  Yağmurları çabuk dinmez bu şehrin.. kadınları vazgeçmez. Gökyüzünün bir parçası ol sen mesela.. Yağmura küs Rüzgâra kafa tut Söndür şimşeklerin  gösterişini. Kırılıp düş .. Kendime katasım var seni.

Sen ıslık çal ben dans edeyim.

 Biriktirip biriktirip arınmak bu benim yaptığım sanırım. Herkesin bataklığı da ışığı da kendi değil midir bu hayatta. Vakit geç hatta fazla karanlık. Kimseciklerin göğü yok bu saatte seyredilesi. Elim ayağım üşüsün razıyım.. Hadi ! Sen ıslık çal ben dans edeyim.